21 Haziran 2016 Salı

“TOKİ GENEL MÜDÜRÜ CEVAT ÜLGER”

Tırnak içindeki başlık “farz edelim” sadedinde söylenmiş bir ironiden ibarettir…
Cevat Ülger’i tek cümle içinde kabaca tanıtmak gerekirse; 15 Mayıs 1933 yılında Eskişehir’de doğmuş, 6 Eylül 1977 yılında İstanbul’da vefat etmiş öğretmen, yazar, mimar, ressam, karikatürist, müzisyen…
Kısacık hayatına sığdırdığı güzellikleri anlatmak bu yazının konusu olmadığı için meraklısı başka kaynaklara müracaat edebilir.

Salih Mirzabeyoğlu’nun Nazarında
Bizim asıl üstünde durmak istediğimiz mesele Cevat Ülger’in Yürüyen Büyük Doğu-İbda Mihrakı için ifâde ettiği keyfiyetidir. İBDA Mimarı’nın kaleminden:
İBDA’ya yol veriş bünyesini tahlil edecek olanlar, onda üç unsur göreceklerdir.
Birincisi,  Necip Fazıl…
İkincisi,  Muhammed Şerif…
Üçüncüsü, Cevat Ülger (Karamehmetler)…
İpek gibi yumuşak bir taze havasiyle, hep kanat altında esirgenecek içli anne dokusu; benim zaafım! Bu, yemeğin tuzu biberi.
Necip Fazıl, ruhum… Duydum, düşündüm, yaşadım, yazdım.
Muhammed Şerif; muhatabını mevzuunda boğan çarpıcı buluş zekâsı, cedel tarzı ve yumruk tavrı… İlk gençliğimde ve karşılıklı duruşta, çocukluğumdan gelen bir birikimle adelelerimi patlatacak kadar şişiren… Ya öl, ya şu yüksekliğe zıpla ki, yaşa dercesine!
Cevat Ülger (Karamehmetler) ise, gören göz hakkiyle, doğrudan kavranamayanı gören gerçek sanatkâr… Burada asıl üzerinde duracağım o.
Beni Allah’ın izniyle sırat köprüleri üzerindeki imtihanlardan geçiren ruh, mayamın hangi yönlerinde tecelli ettiği sorusunun cevabını, bir kara sevda ikliminde ikinci ve üçüncü unsurla hesaplaşma süresinde bulur:
Soluk ve ölü bir zemin üzerinde tek renk, dinamik değil de statik, «filim» değil de «fotoğraf» vasfıyla Seyit Ahmet Arvasi Bey’in «Kendini Arayan İnsan» isimli eseri hariç, kıytırık soyu muharrir ve sanatkârlar panayırında, bu panayırın mevzu ve malı olmayan görünüşleriyle ikinci ve üçüncü unsura kök saldım.
Gölge I, Gölge II, Akıncı Güç, Rapor, Gönüldaş çizgisi boyunca, gereken yerde gerekeni yapan ve her görünüşü hadise olan İBDA, sırf bu yüzden dişi bünyelerin kıskançlığını çekerken, demek oluyor ki ikinci ve üçüncü unsurla yürüyüşünü ilân etme durumunda.
Mevzuumuz Cevat Ülger (Karamehmetler) olduğuna göre, onu en kısa ifadeyle, İBDA keyfiyetini temin eden en has unsurlardan biri diye ifşa ederim.
Yürüyüşündeki manayı isim olarak alan İBDA, nakşını görmek istediği mekândaki mimari heyecanı, Cevat Ülger (Karamehmetler) in eserlerindeki şahsiyet edasına terennüm ettirir.
Ruhunu eşya ve hadiselere hakim kılma rüyasını gören her inkılâpçı, bir plâstisite iştiyakı içinde bunun ustasının ihtiyacını duyar; Osmanlı’nın zirve döneminde fışkıran Mimar Sinan gibi.
Hitler’in, Yeni Berlin ve Almanya hayalinin kabartmasını ısmarladığı mimarın, onun en yakın adamlarından oluşu misâli…
Demek ki, Cevat Ülger (Karamehmetler), İBDA keyfiyetine vesile unsur olmadan önce, gelişen bir bünyenin giyeceği elbise gibi İBDA fikrinin mimarîsini peşinen hazırlayandır. Ruhunu bekleyen kalıp, aradığını buldu.
Büyük Mimar, Çağdaş Sinan… Yeni malzeme ile eski mimarînin hayatiyetini devam ettiren ve erbabına göre malzeme avantajıyla bazı noktalarda Mimar Sinan’ı aşan gerçek sanatkâr.
Şahsiyetinin verdiği ilham bahsinde, sadece, dünya çapında bir fikir tezgâhını temsil eden İBDA’yı göstermek yeter.” (Cevat Ülger Karamehmetler’in çeşitli makalelerinden derlenen “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” adlı eserine Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun yazdığı “takdim” yazısından)
Yine İbda Mimarı’nın kaleminden Cevat Ülger tarifi:
“Aranızda Osmanlı Mimari üslubunun büyük ustası, çağdaş Sinan rahmetli Karamehmetler, Cevat Ülger’i tanıyanlar olabilir; bu “feraset” dediğimiz hususiyete kendi mevzuu içinde sahib bir insandı… Bunlar eserinden daha çok, hayatı- yaşadığı hayat- öğretici olan insanlar… Hayatını çok dikkatle okuduğum insanlardan biridir… Bir çırpıda iyiyi kötüden ayırdıktan sonra, öyle ki, ben onun gördüğünü basamak yaparak uzun fikri meseleler getirmeme rağmen, pek fikirden bir şey anlamıyor… Fakat Allah ona o gözü vermiş; bir çırpıda güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırıcı melekeden, sanatkâr gözüyle pay sahibi… Büyük mimar, büyük sanatkâr… İki tane resmin altını kapatıyor… Biri “Sen Piyer Kilisesi”nin bir köşesinden alınma bir parça, öbürü de Selimiye’den veya Süleymaniye’den… Yanına gelenlere soruyor: “Hangisi güzel?”… Yüzde doksanı Sen Piyer’i gösteriyor… Altı kapalı ya, bilmiyor… “Tamam” diyor Karamehmetler; “sen hapı yutmuşsun!”… Şimdi ne oluyor?.. İslâmî tahassüsün ortaya koymuş olduğu bir eserden, -İslâmî tahassüs o kadar hapı yutmuş ki-, biz zevk alamaz duruma gelmişiz…”

Cevat Ülger ve Hapı Yutmuşlar
AKP iktidarının madde plânında yaptığı ve tabanından tavanına gururla bahsettikleri iki şey vardır; bunlardan biri “duble yollar” diğeri gökdelenler ve TOKİ konutlarıdır. Yani insanî ve İslâmî tahassüsleri dumura uğramamış her insanın bedaheten tiksindiği çirkinliklerdir.
“Yetmiş milyon hep beraber Büyük Doğu’yu kuracağız” beyanı malum. “Parça bütünün temsilcisidir” diyoruz ya; “Bütün Güzel”e dair bir güzellik karinesi görmenin aksine, “küllî çirkin”i hayra yormak hangi safdilin hakkıdır? Ve bunun üzerine diyoruz ki, kurulacak sözde “Büyük Doğu”da Cevat Ülger’i Toki Genel Müdürlüğü makamına yakıştıracak mısınız?
Doğrusu “farzı muhal” şartıyla dahi bu başlığı atarken, acaba merhum Ülger’in aziz hatırasını incitir miyim diye bir hayli tereddüt ettim.
Hükümet kadroları Üstad’ın tabiriyle “Büyük Doğu’nun düşük çocukları” olmak gibi bir damgayı yemiş gelenekten beslenmiş, 70’li yıllarda çilesi çekilmemiş “Ağır Sanayi” sloganları atmış, 2000’li yıllarda “yabancı araba ithalatını serbest bıraktı” diye Özal’a rahmet okuyacak kadar kendi içerisinde tutarsız ne söylediğinden bihaber bir kitledir.
Tabandan tavana dünya görüşleri “Batının ilmini tekniğini alalım, ahlâkını almayalım”cı boyacı küpünden çıkmış slogandan ibarettir!
Hoş, taklit ettikleri birçok Batılı ülke bugün apartman türü yapılardan çoktan vazgeçti bile. Apartman türü binalarda daha çok alt gelir grubuna ait insanlar, göçmeler, çingeneler vs. insan grupları oturmakta. Buna karşın bizde ise müstakil evini terk edip herhangi bir siteden apartman dairesi satın almak, sınıf atlamakla eşdeğer görülüyor. Bir dostumun ifâdesiyle: Batı’da insanlar ruhlarını çimentonun tasallutundan kurtarmak için müstakil evlere kaçarken, bizdekiler ruhumuzun son kırıntılarını betona gömme telaşındalar!”
Kısaca, şahsiyetli bir dünya görüşleri olmadığı için şahsiyetli şehirler kuramıyorlar. Görünen o ki böyle bir dertleri de yok. Üçüncü sınıf Batı şehirleri taklidiyle, “altı kaval üstü şişhane” türü beton kütlelerini bilmem hangi site-şehir diye isimlendirip yanına bir cami kondurduktan sonra; Mimar Sinan’ın Süleymaniye karşısındaki mesrur edâsına denk, sürur içinde mesut olmaktalar. Mesut demişken Üstad’ın (Felix Culpa) “mesut suç” tabiri bu cürümü ne güzel izâh ediyor.
Yukarıda merhum Ülger’in muhatabını imtihan etme usuliyle muhatabımıza İstanbul’daki gökdelenler hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda; bu binaların “zenginlik alameti” olduğunu ve “Batı’nın bunları kıskandığını” falan söylemeye başladıysa hiç tereddüt etmeden “hapı yutmuş!” teşhisini koyabilirsiniz!
E. Doğan ŞEYHOĞLU – Adımlar Dergisi

Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder