7 Kasım 2013 Perşembe

“Bir öğretmen çok şeyi değiştirdi”

Muhterem Misafirler…

Sevgili hocamızın sevgili evlatları, öğrencileri, (öğrencileri dersem kızardı talebeleri,) Cevat Hocamızı sevenler, öncelikle böyle bir program düzenlediğiniz için size çok teşekkür ederim. 

Fatma Hanım kardeşimiz Cevat Hocamızın anlatıla anlatıla bitirilemeyecek hususiyetlerini, (dikkat ederseniz kelimelerimi çok dikkatle seçiyorum) hususiyetlerini çok güzel hulasa etti. 

Müsaade ederseniz ben de sevgili hocamızla ilgili bir kaç şeyi tekrar hatırlamak istiyorum sizlerle birlikte. 


1964 Senesi’nde Eskişehir Maarif Koleji hazırlık sınıfındaki ilk haftamızda etütte idik. Bir akşam (yatılı okuldu) üst sınıflardaki ağabeyler geldiler ve dediler ki yarın sizin resim dersiniz varmış ve yarın size bir öğretmen gelecek onun söylediklerini çok fazla dinlemeyin, o komünisttir dediler. Ertesi gün resim dersi oldu. O günlerde herhalde bir göz rahatsızlığı olmalı ki siyah gözlükler takmış Cevat Hoca. Yakasız bir ceketle sınıfa girdi, 1964’lü yıllarda böyle güneş gözlüğü falan takmak çok yaygın değildi, hele kapalı mekânlarda takmak. Biz Cevat Hocayı güneş gözlükleriyle görünce, 12 yaşında çocuğuz tabi vay ağabeyler doğru söylemiş, adam gerçekten komünistmiş dedik. Sonra bu komünist hoca tahtaya çok büyük harflerle bir atasözü yazdı resim dersinde. “Deliye her gün bayram.” Daha sonra bugün resim dersi yapacağız, ama içinizden bazıları bu resim dersinde resim yapmak istemiyor olabilir, Tommiks, Teksas okumak istiyor olabilir. Varsa öyle resim yapmak istemeyenler Tommiks, Teksas’larını çıkarıp okuyabilirler. Efendim, bir gün önceden ağabeyler bizi ikaz ettiler ya, hocada komünist, bizi tuzağa düşürmeye çalışıyor. Tommiks, Teksas’ları çıkaracağız sonra hepimizi toplayacak diye tereddüt ettik. Ama daha sonraki haftalarda resim derslerimiz öyle gitmeye başladı. Resim yapmak isteyenler resim yapıyordu, resim yapmak istemeyenler Tommiks, Teksas’larını bu hürriyetin tadını çıkara çıkara okuyorlardı. Bu arada Cevat Hoca bazı zamanlar bizden kitaplarımızı alıp kürsüde kendisi de okuyordu. 

Cevat Hoca bize sadece resim öğretmenliği yapmadı. Bu yaşımda da, bu vazifede de rahmetli Cevat Hocamızı çok sık hatırlıyorum. 

Anadolu’da zaman zaman ziyaretlerimizde öğretmenlerimizle toplantılar yapıyoruz. Bugün buraya gelmeden önce de Muş’ta benzer bir şeyi yaşadık. Öğretmenlerimiz haklı olarak bazı altyapı eksikliklerinden, imkânsızlıklardan falan söz ediyorlar, benim de onlara Milli Eğitim Bakanı olarak bir şey söylemem lazım. Onlar belki bunu bir züğürt tesellisi olarak söylediğimi düşünebilirler ama çok inanarak şunu söylüyorum. Tamam, bunlar doğru, imkânlarımız sınırlı ama şunu bilin ki, “bir öğretmen çok şey değiştirir.” Bunu söylerken hep Cevat Hocamı hatırlıyorum. “Bir öğretmen çok şeyi değiştirdi.” Şimdi burada Eskişehir Maarif Koleji’nden arkadaşlarım var, kardeşlerim var onlarda zannediyorum kendi hayatlarında bunu çok sık hatırlıyorlardır, yaşıyorlardır. 

O kadar çok şeyi değiştirdi ki; bir kitap nasıl okunur, bir odaya nasıl girilir, Balıkesir Pamukçu Köy Bengisi nasıl oynanır, cura ile bağlama arasında ne fark vardır, gülbank nasıl çekilir, katılmadığımız fikirlere, iştirak etmediğimiz fikirlere nasıl itiraz edilir… daha sayamayacağım pek çok şey. 

Ortaokul ikinci sınıftayım yanlış hatırlamıyorsam, elimde bir kitap gördü. Hani serbest okuyoruz ya, kitabın pek hoşuna gitmedi belli, o yaşa göre değil. Yani kötü bir kitap değil ama yaşıma göre ağırca bir kitap. Aaa bunu mu okuyorsun dedi. Şunu bir ver de bende okuyayım dedi. Düşünebiliyor musunuz öğretmen orta iki talebesinden kitap istiyor. Ertesi hafta derse geldi ve dedi ki, yahu senin o kitabı kaybettik ama yerine ben sana şu kitabı aldım. İbrahim Kafesoğlu’nun Türk Kültürü Yayınları’ndan çıkan “Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri” isimli kitap. İmzalamış ta, duruyor hala saklıyorum, düşünebiliyor musunuz öğretmeninizden imzalı bir kitap alıyorsunuz. Unutamadığım en önemli anım olarak kaldı bende bu hadise. 

Kendi dersinde de olağanüstü bir hocaydı. 

Şimdi zaman zaman dediğim o toplantılarda öğretmenlerimizle konuşurken yine onu hatırlayarak, bilhassa müzik ve resim öğretmenlerimize şunları söylemeye çalışıyorum. Her çocuğun kendine mahsus kabiliyetleri şüphesiz ki vardır. Ama sanata dair kabiliyetler Allah vergisidir herkeste olmayabilir. (Müzik icra etmek, resim yapmak, nitekim dışarıda arkadaşlarımızın resimlerini gördünüz. Bunların arasında benim resmim yok çünkü Cevat Hoca’nın saklamasına değecek resimler yapmadığımı ben biliyorum.) Kabiliyetleri olmayabilir. Resim ve müzik derslerimizi sanki illa o sanatları icra edecekmiş gibi çocuklarımızı zorlayarak yapmamamız gerekir. 

Müzik dersleri (o yıllarda cumartesi günleri yarım gün eğitim yapılırdı), iki saat müzik dersi vardı ve o saatler tam bir işkenceydi benim için. Mandolin çaldırılıyordu ama ben çalamıyordum. Demek ki dört yıl boyunca bu çocuk neden mandolin çalamıyor diye merak etmedi hocamız. Hâlbuki çok basit bir sebebi vardı. Ben solağım, mandolinin telleri de sağ elini kullananlara göre yapılmış. 

Ama Cevat Hoca kimlerin resme kabiliyetli olduğunu veya olmadığını hemen anlar ve bize resme bakmayı öğretirdi. Çarşamba günleri öğleden sonra okul yoktu. Çarşıya çıkmak istemeyenlere Çarşamba günleri öğleden sonra resim odasında seminer yapardı. Piet Mondrian’ı, Paul Klee’i, Kufi Hattı, mukarnas’ın ne olduğunu katılma mecburiyeti olmadan isteyenlere anlatırdı. Çok sıkıldığımızı hissettiği zaman muhtemelen bağlamasını alır, 

İnce Memed’in yeri inişten, 
Her yanları görünmüyor gümüşten. 

Türküsünü söylerdi. 

Yıllar sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışırken Paris’te UNESCO toplantıları oluyor ve zaman zaman beni de oraya vazifeli olarak gönderiyorlardı. Çok kısa süreli gittiğimiz için fazla gezme fırsatımız olmuyordu. Her gidişimizde ben Modern Sanatlar Müzesi’ne gitmeye çalışıyorum. Çok büyük bir müze, günlerce gezilse yine de bitmeyecek kadar büyük bir müze, galerilerden oluşuyor. Bir gün yine öyle çok dar bir zamanda koşar adım dolaşırken, galerilerin içine girerek tek tek resimlere bakmaya vakit yok. Uzaktan galerileri seyrediyoruz, yani toptan bakıyoruz. Bir galeride; o binlerce resim içerisinde bir resim, mavi bir resim beni uzaktan çağırdı. Yani gel bana bak diyor resim. Yanına gittim baktım ki Abidin Dino’nun Modadan Bakış isimli bir tablosu ve söylendiğine göre en azından o günlerde, o büyük binlerce tablonun olduğu müzedeki tek Türk resmi. Abidin Dino’nun bu resmi, çok fazla Cevat Hoca’nın üslubunu çağrıştıran bir resim. O zaman tabi ki Allah gani gani rahmet eylesin Cevat Hoca Bize binlerce resim arasından hangi resme biraz daha yakından bakmamız gerektiğini demek ki öğretmiş diye düşünüyorum. 

Benzer bir tecrübeyi de Ağaç Yayınları’nın Sahibi Bekir Şahin’le yaşadık. Birlikte Frankfurt Kitap Fuarı’na gitmiştik. Bir akşam karanlığında fuardan çıktık, bir yerde kahve içelim diye giderken yol üstünde hani böyle turistler için kartpostallar satılır, öyle bir kırtasiyecinin önünden geçerken, hadi şuradan memlekete kartpostal alalım diye durduk. Ama akşam karanlığı kartpostallar sergi teline dizilmiş rastgele Bekir de, ben de 8 – 10 kartpostal seçtik. Kartpostal dediğim resim, reprodüksiyon. Sonra bir yere oturduk kahve içmek için. Aldığımız resimlerin kime ait olduğuna kartpostalın arkasını çevirerek bakıyoruz. Benim o alaca karanlıkta seçtiğim bütün resimler Nicolas De Stayer isimli yine Cevat Hocamızın üslubuna çok yakın, yani şimdi elimde olup da göstersem dersiniz ki evet hocanın resimlerinden biri diyebileceğimiz kadar akraba bir ressam. İsviçre’ye göçmüş bir Beyaz Rus ressammış. Baktım ki hepsi Nicolas De Stayer’in resimleri. Orada bir kere daha “işte gerçek öğretmen bir resme öğrencisine nasıl bakmayı öğretendir” diye düşündüm. 

Bu tabi kendi alanı ile ilgili bunun dışında bugün de hala çok sık rahmetle anmamıza sebep olan, bize o zamanlar farkına varmadığımız ne kadar güzel şeyler öğrettiğini hatırlıyorum ve sevgili hocamıza Allah’tan Rahmet diliyorum. 

Öğretmenlerimizin. Cevat Hoca gibi öğretmenlerimizin sayısının artmasını diliyorum. 

Daha o kadar çok şey birikiyor ki, sizi çok fazla sıkmak istemiyorum. Ama bu konuşma sırasında bile mesela (ben onu unutmuştum Fatma kardeşim söyleyince hatırladım) o içten patlamalı motor meselesini, çok ciddi çalışmıştı o konuda. Bir de helikopterleri çok severdi. Helikopterlerin işleme prensipleri üzerine uzun uzun çalıştığını hatırlıyorum. 

Felsefeye, sanata, edebiyata hem kendisi, hem de talebelerini uyandırırdı. Pitts White Garald’ın bir romanı var. Muhteşem Getsbi diye Türkçeye çevrildi. Muhteşem Getsbi’nin ilk cümlesinde yani yaklaşık olarak söylüyorum. Roman başlarken şöyle bir cümlesi var. ”Babam bana hep derdi ki” diyor roman kahramanı “hoşuna gitmeyen şeylerle karşılaştığın zaman veya insanlar hoşuna gitmeyen işler yaptıkları zaman onların senin kadar şanslı olmadığını hatırla ve ona göre davran.” Zaman zaman bunu da çok hatırlıyorum. 

Bir resme bakmayı bilmeyen, Balıkesir Pamukçu Köy Bengisini oynamayı bilmeyen arkadaşlarımızla karşılaştığım zaman, evet bunların bir Cevat Hoca’sı yokmuş diye onları hocamı anarak izliyorum. 

Çok teşekkür ediyorum. 

Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı
25 Ekim 2013


Doğumunun 80., vefatının 36. yıl dönümünde Çizgi Üstü Mimar Cevat Ülger’i Anma Gecesi’nde Milli Eğitim Bakanı Prof Dr: Sayın Nabi Avcı’nın konuşması.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder